8 Ekim 2018 Pazartesi

KADIN SÜNNETİ VAHŞETİ VE CECUR BIR KADIN: WARİS DİRİE


Üç yaşında küçük bir kız çocuğuyken bir sabah anneniz sizi apar topar uyandırıp evden çok uzakta kimsenin olmadığı bir araziye götürüyor. Nemrut suratlı yaşlıca bir kadınla buluşuluyor, kadın pis bohçasından paslı bir jilet ya da kırık cam parçası çıkarıyor. Anneniz bacaklarınızı ayırıyor ve sünnetçi kadın klitorisinizi kesip, sadece çişinizi yapabileceğiniz şekilde bir açıklık bırakarak vajinanızı boydan boya hasır bir iple dikiyor. Şanslıysanız, hayatta kalıyorsunuz. Eğer değilseniz kan kaybı veya enfeksiyondan ölüyorsunuz.

Afrika’da kadın olmak için bir bedel ödemeniz gerekiyor. Hiçbir şeyden haberinizin olmadığı ve savanlarda hayvanlarla oynayarak geçirdiğiniz mutlu çocukluğunuzun ortasında sizi hiç istemeyeceğiniz bir acıya ve hayatınızın sonuna kadar taşıyacağınız bir yaraya mahkum ediyorlar.

Kadın(!) olmak için kadınlığınız elinizden alınıyor.

Afrika’da ve bazı Ortadoğu ülkelerinde her yıl 3 ila 12 yaş arasında milyonlarca küçük kız çocuğu bu vahşete maruz kalıyor. Genel olarak müslüman Afrika ülkelerinde gözlemlenen bu ritüel, kızlıktan kadınlığa geçmenin ve gerçek bir kadın olmanın değişmez şartı. Erkek egemen toplumun dayattığı, fakat kadınlar arasında sessiz sedasız halledilen bir pratik.

Sünnetli kadınlar, hayatları boyunca regl dönemlerinde ve cinsel ilişki sırasında dayanılmaz ağrılar çekiyor. Sünnetsiz kadınlar ise kabilelerine ve soyadlarına ihanet etmiş sayılıyor, dolayısıyla aile tarafından reddediliyorlar. Hayat kadını veya fahişe statüsünde kabul edildikleri için asla evlenemiyor ve her türlü sosyal grubun dışında kalıyorlar. Bu duruma düşmekten ve ‘kirli’ adledilmektense yüzyıllardır anneler, kendi elleriyle küçük kızlarının çığlıklarını duymazdan gelerek onları sünnet ettiriyor. İffetli birer kadın olabilmeleri için..

Peki kadınların sünnet edilmesinin geleneksel nedenlerinin yanında sosyolojik sebepleri de yok mu?  Tabii ki var. Sünnetli kadınlar, klitorisleri olmadığı için hiçbir zaman haz duyamıyor. Bu da kadını cinsel açıdan nötralize ediyor ve sadece bebek yapan bir makinaya dönüştürüyor. Ayrıca dikişi genişlememiş veya açılmamış kadının bekareti, dışarıdan bakıldığında kolayca anlaşılıyor. Dolayısıyla bu ritüelin, bir nevi ‘bekaret kontrol mekanizması’ olduğu da söylenilebilir. Yani Türkiye’deki gibi işi şansa bırakmamışlar. Belki kızlık zarı geridedir, esnektir, doğuştan yoktur gibi durumları düşünmelerine gerek bile yok. Kadın dikiliyse, tamamdır.
İlk sünnet vakasının milattan önce Mısır’da bir mumya üzerinde gözlemlenmiş olması, geleneğin ne kadar uzun süredir devam ettiğini kanıtlıyor.

Yüzyıllardır var olan bu geleneğin İslam’la hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen din adamlarına rağmen, her gün 8 bin kız çocuğu sünnet ediliyor.

Waris Dirie, o kızlardan sadece bir tanesiydi. Somalili Waris, 4 yaşında sünnet edildi ve hayatta kaldı; fakat küçük kız kardeşi onun kadar şanslı değildi. 12 yaşında babası tarafından 3 deve karşılığında 65 yaşında bir adamla evlendirilmek istenince annesinin yardımıyla evden kaçtı. Günlerce yürüdü, çölü aştı ve Somali’nin başkenti Mogadişu’ya ulaştı. Mogadişu’daki akrabaları sayesinde Somali Büyükelçiliği’nde temizlikçi olarak çalışmak üzere İngiltere’ye gitti. Orada çok ünlü bir fotoğrafçı tarafından keşfedilen Waris Dirie, başarılı bir top model oldu fakat içine girdiği görkemli ve parlak hayat mutsuzluğunu gizleyemedi. Waris, artık ‘Afrika’nın çölünden Paris podyumlarına’ başlıklı röportajlar vermek istemiyordu. Anlatmak istiyordu, kadın sünnetinden bahsetmek, tüm dünyaya haykırmak ve bununla savaşmak istiyordu. Bir gün gazeteye verdiği bir röportajda başına gelenleri anlattı. Basında çok büyük yankı uyandıran röportaj sayesinde herkesin Waris’in ve milyonlarca Afrikalı kadının maruz kaldığı bu vahşetten haberi oldu. Daha sonra Waris, kadın sünnetine karşı verdiği mücadeleye odaklanmak istediğini açıklayarak modelliği bıraktı. 1997 yılında BM tarafından Kadın Sünneti Özel Elçisi olarak seçildi. 2002 yılında Desert Flower Foundation’ı (Çöl Çiçeği Vakfı) kurdu. Waris Dirie’nin aynı zamanda kendi yaşam öyküsünü anlattığı 3 kitabı ve bir de Çöl Çiçeği adlı kitabından uyarlanmış, aynı adı taşıyan bir filmi var.

" Kadın sünneti bir kültür değildir, kadın sünnetinin dinle bir ilgisi yoktur. Bu durum değişmelidir ve değişim bizim ellerimizdedir. 

Afrika’nın liderleri, çocuklarınız ağlarken siz neredesiniz?

Afrika Ana sen bize onca varlık, onca doğal zenginlik ve güzellik verdin. Senin gücün ve güzelliğin sonsuza dek yaşayacak. İnsanlar seni hem iyiye hem kötüye kullandı. Senin gibi bir yer daha yok; ama Afrika’nın yeni bir ruha ihtiyacı var. Benim bir hayalim var. Savaşıp birbirimizi öldürmediğimiz, dayanışma içinde birbirimize destek olduğumuz bir Afrika hayal ediyorum. Kadınların erkeklerle eşit muamele gördüğü bir Afrika hayal ediyorum."

Waris Dirie, Anneme Mektup

4 Eylül 2018 Salı

Hatalı İdam Kararlarıyla Hayatları Ellerinden Alınan 13 Masum İnsan

Halkın ve yöneticilerin dilinden düşmeyen idam cezası gerçekten "iyi" bir cezalandırma yöntemi mi? Peki, işlemediği bir suç için hayatı elinden alınan bir insana "pardon" diyebilir miyiz? Yanlış idam kararları sonucunda hayata veda etmiş, bir daha "pardon" kelimesini duyamayacak 13 insan....

Bir insanın yaşamını sonlandırmak, daha sonra telafi edilecek bir şey değildir.

1. Colin Campbell Ross


Teyzesi tarafından et alması için kasaba yollanan küçük Alma, bir daha evine geri dönmedi. Polis tarafından Gun Alley'de küçük kızın cesedi bulundu. Büyük yankı yaratan olaydan sonra suçluyu bulamayan polisler Ocak 1922'de yapılan itirazlara rağmen bar sahibi olan Colin Campbell Ross'u  tutukladı. Mahkemeye çıkarılan Ross, aldığı idam cezası sonucu 24 Nisan 1922'de idam edildi. İlerleyen zamanlarda gelişen DNA teknolojisi ile Ross'un suçsuz olduğu anlaşıldı.

2. Tim Cole

1985 yılında Amerika'nın Teksas eyaletinde, Michele isimli 25 yaşındaki teknik öğrencisi tecavüze uğradı. Tecavüz zanlısı olarak gözaltına alınan Timothy Cole'un ise hiçbir şeyden haberi yoktu. Tecavüz kurbanı Michele, polislere verdiği ifade de Cole'a benzeyen birini tarif etti ve daha sonra gözaltına alınan Cole'u tecavüzcüsü olarak teşhis etti. Fakat Michele'in verdiği ifadede Cole kendisine tecavüz etmeden önce ve sonra marijuana tükettiğini dile getirmişti. Ortada büyük bir yanlış vardı, çünkü Cole ağır astım hastası olarak sigara dumanına bile yaklaşamıyordu. Yapılan tüm itirazlara rağmen Cole, ırkçılığın da etkisiyle hiçbir temyiz davasını kazanamadı, 1999 yılında hapishanede geçirdiği astım krizi sonucu hayatına veda eden Cole'un suçsuzluğu 2009 yılında anlaşıldı.  

3. Derek Bentley


2 Kasım 1952 tarihi Derek Bentley için hayatının en şanssız günü olacaktı. Akli sorunları olan Bentley, kendisinden 10 yaş küçük arkadaşı Christopher Craig ile bir soyguna karıştı. Soygun bekledikleri gibi gitmedi ve polis ile kovalamaca başladı. 16 yaşındaki Craig silahını çekerek rastgele peşindeki polislere ateş açtı ve bir polis memuru hayatını kaybetti. Bentley ve Craig anında yakalansa da işler Bentley için hiç de iyiye gitmedi. Polisler, reşit olmayan Craig'i idama götüremeyecekleri için Bentley'i polis katili olmakla suçladılar ve sonucunda Craig serbest kalırken Bentley idam edildi.

4. Teng Xingshan


1989 yılında Çin'de gerçekleşen olayda Teng Xingshan isimli adam cinayet, tecavüz ve soygun suçlamalarıyla tutuklandı. Fakat ortada ceset yoktu. Köylülerden biri tanınmayacak durumda bir kadın cesedi buldu ve polis, cesedin Shi Xiaorong, yani Teng'in öldürmekle suçlandığı kadın olduğunu açıkladı. 28 Ocak 1989'da idam edilen Teng'in suçsuzluğu 1993 yılında köyünden kaçan Shi Xiaorong'un köyüne geri dönmesiyle anlaşıldı.

5. Perry Ailesi


1660 yılında gerçekleşen olayda bir ailenin yaşamına son verildi. Perry ailesinin şanssız öyküsü ise kasabada tanınmış biri olan William Harrison'ın cinayetiyle başladı. William Harrison ortadan kayboldu ve Harrison'ın hizmetçisi, Harrison'ın öldürüldüğünü ve katillerin Perry ailesinden olduğunu belirtti. Polis, hizmetçinin ifadesinin ardından anne ve oğlunu tutuklayarak idam etti. İki yıl gibi kısa bir aradan sonra öldüğü zannedilen William Harrison kasabaya geri döndü. Harrison, yaptığı ziyaretler sırasında esir alındığını ve Osmanlı İmparatorluğu'nda köle olarak satıldığını söyledi.  

6. Gary Graham(Shaka Sankofa)


Henüz 18 yaşındayken idam cezasıyla karşı karşıya kalan Gary Graham, 1981 yılında silahlı soygun ve adam öldürme suçlarıyla gözaltına alındı. Sadece bir görgü tanığının ifadesine dayanarak tutuklanan Graham uzun yıllar hapishanede kaldıktan sonra 22 Haziran 2000 tarihinde idam edildi. Tutuklandığı günden idam edildiği güne kadar Graham, suçsuz olduğunu dile getirdi, fakat temyiz hakkı bile kazanamadı.

7. Troy Davis


Troy Davis ve mahalleden arkadaşı "Redd" lakaplı Coles bir marketin park alanında vakit geçiriyorlardı, işler Coles'un, Young isimli bir evsiz ile tartışmasıyla değişti. Tartışma büyüdü ve Coles, evsiz adamı dövmeye başladı. Yakınlarda devriye atan bir polis aracı olaya müdahale etmek için geldi ve sonucunda 38 kalibrelik bir silahtan çıkan kurşun sonucu bir polis memuru hayatına veda etti. Davis ve Coles anında tutuklandı. Coles verdiği ifade de 38'lik bir silahı olduğunu fakat polisi kendisinin vurmadığını söyledi. Davis, tam 9 adet şahidin verdiği ifade ile cinayetten tutuklandı. Bu 9 kişiden 7'si daha sonra yalan ifade verdiklerini dile getirse de Troy Davis 2011 yılında idam edildi. Georgia eyalet mahkemesinin "özür panosunda" kendisinin de adı yer alıyor...

8. Carlos DeLuna


Carlos DeLuna, eşini bıçaklayarak öldürdüğü şüphesiyle gözaltına alındı ve bulunan deliller sonucunda tutuklandı. Tutukluluğu süresince eşi Wanda Lopez'i kendisinin öldürmediğini, kendisi ile aynı isme sahip olan Carlos Hernandez'in soruşturulması gerektiğini söyledi. Fakat, yaptığı itirazlar sonuç vermedi ve 1989 yılında Carlos DeLuna idam edildi. İdamından sonra Columbia İnsan Hakları Mahkemesi tarafından dava tekrar açıldı ve ölen DeLuna'nın dosyası tekrar incelendi, sonucunda eksik deliller nedeniyle DeLuna'nın katil olmadığı anlaşıldı. Hernandez ise bu süreçte başka kadınları da bıçakladı.

9. Cameron Todd Willingham


2004 yılında üç çocuğunu öldürüp, evini ateşe verdiği gerekçesiyle idam edilen Willlingham'ın hikayesi vicdanınızı sızlatacak cinsten... İtfaiye departmanının hazırladığı yanlış dosya sonucunda Willingham'ın evi kundakladığı sonucuna varıldı, fakat idamdan sonra yapılan yeni araştırmalar sonucunda hazırlanan dosyanın yanlış olduğu, çıkan yangının kundaklama sonucu olmadığı anlaşıldı. Günümüzde hala Teksas eyaleti ile Willingham'ın ailesi arasındaki dava devam ediyor. Willigham'ın son sözleri ise iç acıtan cinsten: Benim adımı temizleyin, çocuklarımın katili ben değilim!

10. Jesse Tafero


1976 yılında, Tafero ve kız arkadaşı Sonia Jacobs bir polis memurunu öldürmek suçundan idam cezası aldı. Davanın ana kanıtı olarak, daha önceden suç işlemiş biri olan Walter Rhodes'un ifadesi gösterildi. Görgü tanığı olarak ifade veren Rhodes. verdiği ifade karşılığında kendi adına açılmış davaların düşürülmesini istedi. Rhodes'un bu isteği polis kabul edildi. 1990 yılında Tafero idam edildi. Sadece iki yıl sonra arkadaşı Jacobs delil yetersizliği yüzünden salındı.

11. George Stinney


14 yaşında idam edilen siyahi genç, Amerikan yargısının yüz karası olarak tarihte yerini almış durumda. İki küçük kızın cinayeti ile suçlanan Stinney, tamamı beyazlardan oluşan jürinin karşısında suçlu bulundu ve idam edildi. Bir süre sonra verilen bir ifade de Stinney ve kız kardeşinin cinayetten çok kısa bir süre önce bir arkadaşlarıyla görüştükleri ve Stinney'nin cinayeti işlemeyeceği belirtildi. Bunun üzerine neredeyse bir asır sonra, 2014 yılında Stinney'nin adı hükümlü dosyasından kaldırıldı ve suçsuz olduğu açıklandı.

12. Mahmood Hussein Mattan


İngiltere'ye çalışmak için gelen ve ailesiyle birlikte İngiltere'de yaşamaya karar veren Mattan, 1952 yılında Lily Volpert'i öldürdüğü gerekçesiyle idam edildi. 46 yıl sonra suçsuzluğu kanıtlanan Mattan'ın ailesi ve çocukları 750.000 Pound tazminat aldı ve Mattan'ın suçu öldükten yarım asır sonra düşürüldü. Fakat olay İngiltere'nin hukuk tarihine utanç verici bir olay olarak kazındı.

13. Johnny Garrett



Amerika'da gerçekleşen bu davada, rahibeye tecavüz edip, öldürdüğü suçlamasıyla Johnny Garrett, 1992 yılının Şubat ayında idam edildi. İdam edilmesinden 12 yıl sonra Mart 2004'de DNA testleri sonucunda suçlunun aslında Leoncio Rueda isimli biri olduğu anlaşıldı. Polis ve savcılar olayın Leoncio Rueda tarafından gerçekleştirildiğini kesin olarak dile getirdikten sonra 2008 yılında yapılan bir belgeselin ana konusu olan dava, Amerika'da idamın kaldırılmasını da gündeme getirmişti.

Onedio'dan alıntı.

20 Temmuz 2018 Cuma

Sevgilim Ölü Asker


Bana Kürtlerden nefret etmem gerektiğini söylerdi babam. Kürtler bölücüydü, teröristti, biz Türklerden nefret edendi ve bu yüzden onlardan nefret etmem gerekirdi.

Nefret etmediğim gibi, Kürt arkadaşlar, Kürt kardeşler edindim kendime. Diyarbakır`a, Mardin`e, Bingöl`e ve Batman`a gittim. Kürt canlar konuştu, ben dinledim, Kürt kadınlar anlattı ben kederlendim, Kürt müzikleri, ağıtları dinledim Kürtçe bilmeden ve öğretmen olarak ilk tayinim Tunceli`ye çıkınca çok ama çok sevindim…

Annem, “Tunceliler Alevi, yemeklerinden yeme” dedi ve ben çağrıldığım, buyur edildiğim her sofrada yemeklerini yedim Tuncelilerin. Birçok Tuncelili komşum oldu kahvaltıya çağırdığım, hafta sonları çarşıda dolaştığım, kahve içtiğim.

Abim, Ermenilere kinlenirdi. Onlardan “Ermeni dölü” diye bahsederdi. Bir Ermeni dostum oldu. Ben onu Türk sanıyordum ve o da kendini Türk sanıyordu! Bir gün dedi ki bana, -ama öyle tedirgindi ki bunu derken-, “sana bir sır vereceğim… “ Şaşırdım, “elbette” dedim. “Otuz üç yaşındayım, yeni öğrendim, ben Türk değilmişim” dedi. “Ne var ki bunda, cansın” dedim gülümseyerek. “Ben Ermeniymişim” dedi. “Sen benim dostumsun” dedim… “Biz Erzurumluyuz biliyorsun; bizim ailede ne cumaya gidilir, ne namaz kılınır, ne de oruç tutulur” dedi. “Nasıl anlayamadım” dedi… “Babam, ölmeye yakınken açıkladı bu sırrı” dedi… Sarıldık birbirimize sımsıkı. Babasını affetmeyeceğini söylerken, bir çırpıda affediverdi…

Ayvalık`ta, Rum bir yaşlı amcanın işlettiği pansiyonda kaldım geçen yaz. Sevgilimle o pansiyonda tanıştık. Aktivistti sevgilim, doğa aktivisti. Kah Kaz Dağları`nda, kah Karadeniz`de, kah Mersin`de… Nerede ormanlara kıyılıyorsa, nerede dereler kurutuluyorsa, nerede HES`ler yapılıyorsa benim bir tanem oradaydı. Ben çok sevdim onu. Onun gibi bütünleşemedim doğayla belki. Ama o da benim gibi masallar anlatamadı çocuklara… Biz çok sevdik birbirimizi; doğayla ve çocuklarla geçecek bir ömür düşledik…

Hakkari`ye çıktı askerliği birkaç ay önce. “Hakkari`ye gidemedim hiç, doğası harikaymış” derken kederini duyumsamak içimi acıttı… Hakkari dağlarındaki ters lalelerin fotoğraflarına baktık beraber. Korkuyordu, biliyordum. Hakkari değildi korktuğu, Kürtler değildi. Devletin ne olduğunu, varlığını nasıl sürdürdüğünü ikimiz de farkındaydık. Halklarını sevmeyen, emekçilerini sevmeyen, sularını, ormanlarını, hayvanlarını sevmeyen bir yapıdan bahsediyoruz !

Nice ormanlara kıyıldı HES`ler için; nice derelere, ırmaklara kıyıldı…

Nice canlara, halklara kıyıldı saltanat için; nice çocuklara, genceciklere, güzelliklere…

Sevgilim ölü asker… Duyuyor musunuz beni saraylılar, biat edenler, can olduğunun, emekçi olduğunun, halk olduğunun ayrımına varmadan her boku biliyormuş gibi ahkâm kesenler!

“Bana patates soymayı öğretsene” demişti canım benim. “Umarım, kışlada bütün gün patates soyarım” demişti…

Ne Kürtler düşman, ne Aleviler, ne de Ermeniler ve Rumlar; biz halklar, biz çoğulluklar öyle güzeliz ki, düşmanı halklarda değil, inandığınız, hatta kutsadığınız rezil rüsvalıklarda arayın siz. İnandığınız, kutsadığınız ne varsa, bizi bölen de o, sersefil eden de o, öldüren de…

Babam, can parçamın öldüğünü öğrendiğinde, “Kürtlerden nefret etmiyor musun hâlâ” dedi… Sustum… Yine sordu aynı soruyu, yine sustum. Bana bir tokat attı ve bağırarak sordu bu sefer, “Kürtlerden nefret etmiyor musun hâlâ! “ Baktım babamın yüzüne öylece. ”Canımın mezarı belli ama Cumartesi Anneleri`ni daha iyi anlıyorum” dedim… Sonra ne mi oldu? Canımın yarısını da değil, tamamını yitiren ben hain oldum ve kan revan içinde kaldım…

Son günlerde dağ bayır geziyorum. Sularla, ormanlarla kuşlarla söyleşiyorum; sevgilim ona kavuşamayacağım bir yerde…

Sevgilim ölü asker…

Ergür Altan

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Yalnız Bir Opera - Murathan Mungan

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş
Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan Mungan