10 Şubat 2016 Çarşamba

ARİSTOKRAT KÜRTLER



Şah İsmail Bedirhanoğlu’nun atası da Cumhuriyet’in başlarında “Kürt sorununun çözümü için devredeydi.”
Mustafa Kemal’e mektubunda sözü edilen “Kürtlerin Osmanlı’ya biat olayını” da açmakta, tarihin derinlerine inmekte fayda var.
Bedirhan Bey’in torunu Abdurrezak Bedirhan şöyle anlatıyor:
Sultan Selim Şah İsmail’e karşı savaşa giriştiğinde Şii Kürtler Şah İsmail’i destekledi.
Sünni Kürtler ise Sultan Selim’in saflarına destek verdi.
Botan (Diyarbakır ve dolayları) Mirleri de Sünni olduklarından dolayı Sultan Selim’in halifeliğini kendilerine bir merci olarak algılayıp maiyetine girmeyi kabul ettiler.
Bu durum Abdül Mecit dönemine kadar devam etti.
Botan’ın Mirleri benim dedem olan Bedirhaniler idi.
Botan Miri olan dedem Bedirhan Bey, kendi döneminde Kürdistan’ın hemen hemen büyük kesimini denetimine almıştı.
Onun ünlenmesi ve nüfuzunun genişlemesi ve kazandığı prestij Sultan Abdül Mecit’i rahatsız etti.
1850 yılında Anatolya’daki (Anadolu) askeri güçlerini vezir Osman Paşa komutanlığında Mir Bedirhan’ın üzerine gönderdi.
15 bin redif (düzenli-resmi) askeri güçle katıldıkları bu savaşa Ömer Paşa komutasında İstanbul’dan gelenler de katıldılar.
Büyük katliamın yaşandığı bu savaş sonrasında başarılı olan bu zat (Ömer Paşa) Osmanlı askerlerinin komutanlığına getirildi.
Bu savaştan bir yıl sonra Botan’ın Mirini tutuklayıp (Bedirhan Bey), İstanbul’a götürdüler.
Sonradan da oradan alıp Krete (Girit) Adası’na gönderdiler.
(Bedirhanların kaderinde başka sürgünler de vardır.)

......KÜRT BEYLERİYLE YAVUZ’UN ANTLAŞMASI .......

PEKİ Kürt beylerinin durumları neydi?
1514’te Yavuz Sultan Selim ordusuyla Şii İran’ı hakimiyet altına almayı hedefleyen bir sefere çıktı.
İran’a giden yolda yarı bağımsız güçlü Kürt aşiretleri vardı.
Bu aşiretlerden Sünni olanlar kaderlerini ortak mezhebe sahip Türklerin ellerine bıraktılar.
Osmanlı ile 25 Kürt aşireti arasında bir bağlılık antlaşması yapıldı.
Bu antlaşma o bölgedeki Kürt aşiretlerine “özerklik” diye de yorumlanabilecek bir tür bağımsızlık öngörüyordu.
Yavuz’un fermanıyla yasallaşan antlaşma sonradan gelen Osmanlı sultanları tarafından da tanınacaktı.
Kürtler Osmanlı’nın bütün savaşlarına katılacaktı.
Osmanlı da Kürtleri hedef alan yabancı saldırılara karşı yardım edecekti.
Kürtler halifenin hazinesine yapılan geleneksel dini hediyelere yardım edeceklerdi.
.....
Yavuz Sultan Selim bu antlaşmayla Şii İran’a karşı bir tampon kuşak oluşturuyordu.
Gerçekten Kürtler tarih boyunca Türklerle birlikte omuz omuza savaştılar.

ARİSTOKRAT KÜRTLER
Yavuz Sultan Selim’in döneminde Kürt beylerinin Osmanlı’ya “biat” etmesini sağlayan antlaşma aslında Kürtler arasındaki geleneksel aristokrasiyi güçlendirmiş ve “bağımlılık” ilişkisi yaratmıştır.
Antlaşmada tam veya kısmen özerk beyliklerde, yöneticinin (Bey’in) soylu aile fertleri arasından seçilmesi şartının konmuş olması aristokrasiyi vurgulamıştır.
Bunun dışında Osmanlı bazı Kürt beylerine “Paşa” unvanını vererek de bir yandan güçlendirirken onları kendine yakınlaştırıyordu.
Mirler otoritelerini arttırırken, iktidarlarını koruyabilmek için Osmanlı’ya aşırı bağımlı hale geliyorlardı.
Osmanlı politikası bu beylere (Mirlere) karşı pragmatikti.
Yani zamana ve şartlara göre değişkendi.
“Kürt meselesinin bu pragmatizmden kaynaklandığını” düşünenler vardır.
.....
Ahmet Kardam’ın, dedesi Emir Bedirhan’ın direniş yıllarına ilişkin incelemesinde bu yaklaşımların ötesinde de önemli anlatımlar var.

➡ https://t.co/f4MWvthIAp  ⬅

7 Şubat 2016 Pazar

MİR BEDİRHAN

MİR BEDİRHAN

Eski Cizre beylerinin soyundan olup, beşinci babası da Mansur Han (paşa)ya ulaşır. Dedesi Abdulaziz’de Diyarbakır’da valilik yapmıştır. Bedirhan Bey’in babasının adı Abdullah’tır. Aile sırası olarak Mustafa Han, Mansur Han, Emir Şeref Han, Emir Mehmet Han, Emir Şeref Han’a ulaşmaktadır.ın ölümünden sonra, amcası oğlu Mir Seyfeddin geçmiş ancak ahiret hayatını dünya hayatına tercih ettiğinden, dünya işleri ile alakasını kesmek üzere, emirliği Bedirhan Bey’in büyük kardeşi Salih Bey’e bırakmıştır. Kendisini ahiret hayatına vakf eden Emir Seyfeddin, siyasi işlerle ilgilenmediği için, emaretin idaresi bozulmuştu. Bir çok aşiret öteye beriye saldırmıştı. Salih Bey de zaten ibadetle meşgul ve bir köşeye çekilmeyi isteyen bir kişi idi. O da kendi isteği ile beyliği Bedirhan Bey’e bıraktı.ın VASTAN kazası halkına ziyan verdiğini” bildirir. Osmanlı Devletinin yaptığı araştırmada, böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ve Bedirhan Bey’in Cizre’de görevi başında olduğu görülür. Musul valisi ise, devamlı böyle örneklerle onu kötülemek istemektedir. Halbuki Bedirhan Bey, bu tüm dedikoduları çürütmek ve tekrar Cizre ve bölgesini Diyarbakır’a bağlatma teklifini götürmek üzere, ağabeyi Salih Bey’i Diyarbakır’a gönderir. Diyarbakır valisi ise, İstanbul Hükümeti nezdinde aracı olacağını ve şimdilik idare etmesini söyledikten sonra, bazı hediyelerle birlikte Salih Bey’i geri gönderir.ın şu rubaisiyle cevap verir: “Benim fena olan hareketime sen de karşılık verirsen aramızda ne fark kalır.” Bu padişahın çok hoşuna gider ve Bedirhan Bey’i af ederek, zorla Musul valisinin oyunlarına geldiğine kanaat getirir. Bir çok ihsanlarda bulunarak maaş bağlatır. ın emrini Bedirhan Bey’e ulaştırır. Padişahın bu emrini saygı ve sevinçle karşılayan Bedirhan Bey, İstanbul’a yerleşmeyi istediğini bildirir. Bunun üzerine padişah kendisine yüzellibin kuruş ve hususi bir vapur göndererek İstanbul’a gelmesini temin eder. ın rahmetine kavuşur. Şam’da Salihiye mezarlığında gömülüdür.Türbesinin üzerinde şu ibare yazılıdır: ın Beyi (Kralı)ın rahmeti üzerine olsun
Cizre Beyi olan babası Abdullah Han’
Bedirhan Bey 1821 yılında tahta çıktı. Emirliğinin ilk dokuz yılı, dağınık ve baş kaldırmış etraf aşiretleri düzene almak, birlik sağlamakla geçti. Şüphesiz en büyük yardımı, Şeyhülislamı Mella Abdulkuddusi (R.A.) ve askerlik işlerine bakan Tahir Ağa (Tahir Mamo), hazine ve içişlerine bakan Efendi Ağa ile suvari kumandanı Hamid Ağa yapmışlardır.
1827 Yılında Mir Bedirhan 20 bin atlı Kürt cengaveri ile Osmanlı-Rus savaşına katılmış,gösterdiği korkusuz savaş teknikleri ile çoktandır zafer kazanamayan Osmanlı’nın galip gelmesine sebep olmuştu.
Mir Bedirhan,1837 Mayıs ayında Dergul Kalesi ve Said Bey Kalesine Osmanlılar safında bulunmuştur.1838 yılında Cizre’ye gelen meşhur alman yüzbaşısı “Feldmareşal” Helmuth Von Moltke mektuplarında, Mehmet Paşa kumandasındaki kuvvetlerle Cizreli asi Sait Bey’in üzerine yapılan harekette, Bedirhan Bey’in Osmanlı Devleti saflarında olduğu 12 Mayıs, 13 Mayıs, 18 Mayıs, 4 Haziran, 15 Haziran 1838 ve Garzanlılarla karşı yapılan seferi de 4 Haziran, 14 Haziran ve 15 Haziran 1838 tarihli mektuplarında etraflıca anlatırken Bedirhan Bey’in çok nafiz bir kişi olduğunu kaydeder.
Bedirhan Bey, 1838 Yılında Osmanlı Devleti’nin en sadık mütesellimlerinden birisidir.1839 yılında Osmanlı saflarında Nizip Savaşında Mısır Valisi Kürt Mehmet Ali Paşa’nın ordusu karşısımda Osmanlı ordusu ile birlikte yenilmiş ve birçok genci öldürülmüştü.
Mir Bedirhan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, şimdi Irak ve İran’da kalan Kürt aşiretlerini barıştırarak “ Kutsal Antlaşma” yı sağladı.
Toplumsal ve ekonomik alanlarda çok büyük reformlar yaptı.Bedirhan Bey vergilerin bir çoğunu hafifletti.Bütün köylülere toprak dağıttı.Bu yüzden uzak yerlerde yaşıyan Kürtler Botan Bölgesine akın etmeye başladılar.Bütün bölgesinde asayışı çok güzel bir biçimde sağladı.Osmanlı İmparatorluğunun asayış yönünden en sağlam yeri Botan Beyliği olup, diğer yerlere örnek teşkil etmekteydi.Hatta şimdi de halk şöyle der: “Küçük bir çocuk elleri dolu altınla bütün Mir Bedirhan Ülkesini korkmadan dolaşabilirdi.”Diğer dinlere saygı gösterilmesi esasını getirdi. Onların üzerindeki vergileri azalttı, onlara söylenen kötü söylemleri yasakladı.Müslümanlar ile Hristiyan kızları arasında evliliği teşvik ederek aradaki düşmanlıkları ortadan kaldırdı.
Cizre Diyarbakır’a bağlı iken, 1841 yılında Musul valisi Mehmet Paşa’nın ısrarı üzerine hükümet Cizre Bohtan ve Hacı Behram havalilerini Musul’a bağlar: Musul valisi ile eskiden beri arası açık olan Bedirhan Bey, devamlı Cizre’nin tekrar Diyarbakır’a bağlanması için yazı yazar. Musul valisinin çevrede bulunan beylere yaptığı kalleşane hareketlerden korkmaktadır.
Musul’a bağlı olmak istemeyen Bedirhan Bey’i, Musul valisi Osmanlı Hükümetinin gözünden düşürmek için, böyle bir uydurma çıkarır. Dahiliye Nazırlığına yazmış olduğu 29 muharrem 1842 tarihli yazısında “Van hududuna bitişik Musul eyaleti mülhakatından Cizre ve Bohtan mütesellimi Bedirhan Bey’in çokça askerle Van’a 10 saat uzaklıkta Han Mahmud’un evinde misafir olup askerleriyle Van’
Bu sefer bu yolla muvaffak olamayan Musul valisi, yabancı konsolorlarla devlete etki etmek ister. Alttan Nasturileri Bedirhanbey’e karşı fitler. Tam bu sıralarda yani 1843 yılında, Hakkari bölgesinde nüfusları 11.000 olan ve hıristiyan sekiz aşiretin meydana getirdiği Nasturiler, kendi nüfuslarına güvenerek, yerli ve müslümanlara meydan okuyup tecavüzde bulunurlar. Yukarı Pervari’nin, kuzeyinde bir müslüman köyü olan Sersepi’ye akın yapıp, Bedirhan Bey’in iki adamı ile iki şanlı seyyidi şehit ederler. Bundan da tatmin olmayan hıristiyanlar, bu öldürdükleri müslümanların gömleklerini Bedirhan Bey’e gönderirler. Osmanlı İmparatorluğu ve tüm islama bir darbe olduğunu bilen Bedirhan Bey, hemen askerlerini toplayıp üzerlerine yürür. Müslümanları öldürme fetvasını veren ve MARŞEMUN denilen Nasturi Patriği ve Nasturileri şiddetli bir şekilde cezalandırmak için takip edilmişlerdir. Bu sırada bir kadın Marşemun’u gizler. Marşemun’un annesi askerlerce öldürülür. Birkaç köy yakılıp, yıkılmış ve bir çok insan her iki taraftan ölmüştür. Bu sırada Marşemun gizliden Musul’a kaçarak İngiliz Konsolosuna sığınır. Bunun üzerine, Hıristiyan alemi, özellikle İngiltere ve Fransa bir çok eklenti ve yalanla meseleyi büyüterek Osmanlı Devletine siyaseten etki ederler. Artık yalanlarında kendilerini haklı çıkarmışlardır. Böylece gözden düşürme işi gerçekleşmiş olur. Devletin bu olayı yanlış anlamasını hazmedemeyen Bedirhan Bey, 1843 yılında İstiklalini ilan ederek, kendi adına hutbe okutturup, para bastırır ve şehrin imamlığını yapar. 1843-1846 yıllarında Osmanlılardan kopar. Osmanlı Hükümeti 1846 yılında Bedirhan Bey üzerine ordu gönderir. Bu arada amcası oğlu İzdinşir de ona karşı cephe almıştır. Nihayet Cizre’den çekilerek Oruh (Hevreh) Kalesine sığınır. Bu kalede 6 ay kuşatmada kalır. Yanında çok güvendiği danışmanı Hesin Heveri’ye sorar;
- Bu iş için ne dersin?
- Beyim kendi görüşümü mü yoksa doğruyu mu söyleyeyim
- Senin görüşün nedir, doğru olan nedir?
- Ben olsam beyim sen herkesi yenersin devam et derim. Ama gerçeği öyle değil. Bu gün Diyarbakır Mirmiranlığından gelen ve Musul’dan gelenleri yenersin. Yarın Erzurum Kolordusu gelir. Yarından sonra batı tarafından ordular gelir, bu bağırsak uzar da uzar. Yine ferman beyimindir. Der, bunun üzerine Mir Bedirhan Bey bakanlarını toplantıya çağırır.
Beraberinde bulunan Şeyhülislam ve diğer alimlerle bir toplantı yaparak bu baş kaldırmada İslami yönden asi olup olmadığı tartışılınca, asi olduğu fikri kabul edildiğinden, derhal elçisine, canı, malı ve ailesi korunduğuna dair bir teminat verilirse teslim olacağını söyler. Teklifi kabul edilir. Bedirhan Bey ve tüm asiler teslim olurlar. 15 Şaban 1263, Miladi 1846/1847. Bedirhan Bey ve Cizre yönetiminin elebaşıları önce Samsun’a oradan gemiyle İstanbul’a götürülürler. Padişahın huzuruna götürülen Bedirhan Bey’e neden isyan ettiği sorulunca, Ömer Hayyam’
İstanbul’dan ailesiyle birlikte Girit Adası’na sürgün gönderir. Girit’e Şeyhülislamı Abdulkuddusi ile Şeyh Abdulğani de gönderilirler. Girit’te on yıl kalır. Bedirhan Bey’in bu on yıl içinde Osmanlı Devletine büyük yararlıklar gösterdiği müşahade edilince bu akıllı davranışlarından dolayı Padişah, isterse Girit’te kalıp maaşının yükseltilmesini, isterse İstanbul veya Trakya’da kalabileceğini bildirir. Ömer Paşa Padişah’
Padişah huzuruna İstanbul’a gelince çıktığında, Padişah 5000 lira ihsan ederek, başka ihsanlarda da bulunur. Başka ne gibi istekleri olduğunu buyuran Padişah’a, “devletlu Padişahımın sayesinde, hal ve geleceğim temin olduğundan bir dileğim yoktur” dediğini duyan Padişah bu sefer çocuklarına hediye alması için 1000 lira daha ihsan etmiştir. İstanbul’da bir müddet kaldıktan sonra, Girit’de çok karışıklıklar meydana gelir. Rumlar ve hıristiyanlar başkaldırıp isyan etmişlerdi. Padişah kendisine görev vererek oraya göndermek istediğnde, Cizre ve bölgesinden bir tabur asker talebinde bulunur. Cizre ve havalisinden almış olduğu askerler Girit’e giderek isyanı bastırır. Girit’i tekrar alarak, Osmanlı egemenliğini sağlar. Bu büyük hizmet karşısında, eskiden Cizre’den gelirken Beylik armaları alınıp darphaneye gönderildiği halde bu sefer padişahın kendisi 1274 (1858) yılında MİRMİRAN’lık rütbesini taktırır. Böylece PAŞA ünvanını da kazanmış olur. Böylece hem padişah arması olan Paşa’lık rütbesini kazanır, hem de maaşlarını yükseltirler. Bu sırada Hanya’da da karışıklıklar çıkar. Padişahın emri üzerine oraya da giderek, karışıklıkları bastırır. Girit’e döner ve burada sekiz yıl daha kalır. Daha sonra Padişahın emri üzerine İstanbul’a çağırılır. Nerede kalmak istediği sorulur. Kendisi Şam’da Emirulhacc olarak görev almak istediğini söyleyince, Padişah o göreve atar. Böylece ailesi ile birlikte Şam’a gider.
Bedirhan Bey, alim, dindar olmakla birlikte, ilim sahiplerini de çok severdi. Birgün Cizre’de şehir dışında gezinirken bir ufak kaynağın başında abdest alan bir din talebesini görür. Bu bulanık suda abdest alınamayacağını belirtir. Talebe:
-Bu su ile abdest alınır der. Bedirhan Bey ise:
-Bu su ile abdest almayı gönlüm iğreniyor, deyince; talebe:
-Senin gönlün bok yiyor, cevabını verir.
Bu cevabı duyan Bedirhan Bey, seslenmeden oradan ayrılır. Akşamleyin divanda otururken, bir ara bu yabancı talebe beyin misarfirhane bölümüne gelerek, sonra erkeklerin oturduğu yere gelir ve oturur. İçeri girer girmez Bedirhan Bey’i gören talebe çok utanır ve ne yapacağını şaşırır. Fakat, Bey onu çağırır. Bütün mecliste oturanların karşısında, bugün bana neler söyledin der. Emire nasıl küfür etsin. Fakat Bedirhan Bey doğruyu söylemesini emreder. Efendim, ben şöyle şöyle dedim, diyerek meseleyi anlatır. İslami dusturları korkmadan doğru söylediği için, kendisine bir kese altın verir.

Bir bahar günü Bane Hane mevkiinde Bedirhan bey obasında dinlenip yatarken, uyandığında gögsünün üzerinde büyük bir yıllanın yattığını görür. Sallanmadan yakın dostu ve Din İşleri Bakanı Şehülislam Mela Abdulkuddus Bey’e şöyle söyler:
-“Mela Abdulkuddus, tıştek ma bé xwuda dıbé?”(Allahtan habersiz bir şey olur mu, Mela Abdulkuddus?)
-“Nexér miremın”(Hayır beyim)
bu sözü üç sefer tekrar eder.Emir Bedirhan sabreder, heyecenlanmaz, bağırmaz, kaçmaz, sallanmaz ve kimseye sezdirmez.Bir zaman sonra yılan kendiliğinde inip gider.Emir Bedirhan bey Abdulkuddus Beye şöyle söyler:
-“Mın heddar kır, le belé gora axafa te ez xılasbım, Hemde Xwuda”(Sabrettim fakat sizin sözünüzle kurtuldum, Elhemdulillah)
Bedirhan Bey’in iyi ahlakı ile ilgili daha nice hikayeler dilden dile dolaşır.
Şam’da hastalanarak, 1870 yılında Allah’
“Mîrê Cizîra Botan
Mîr Bedirxanê Azîzan
Rehmeta Xwuda li ser vî
Li ser malbata wî bit.1286.”
Türkçesi:
Cızira Botan’
Azizanlı Bedirhan Bey
Allah’
Ailesinin de üzerine. 1286
30.04.1997 yılında Celal Talabani ve Kemal Burkay tarafından kubbesi restore edilmiştir.
Ölünce geride 4 eşi, 6 cariyesi, 21 oğlu, 21 kızı, 10 torununu teşkil eden 63 kişilik bir ailesi kalmıştır. Bu çocukları ve torunları önemli görevlerde bulunmuşlardır.

KİM BU KÜRTLER?



KİM BU KÜRTLER ?

Kürtler, Mezopotamya'nın yerlilerinden olup Zagros dağlarından, Toros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan 40 - 45 milyon kişiden oluşan Kürt kavimine mensup ve Hint-Avrupa dil grubuna ait dili konuşan halklardan biridir.“Kürt” isminin kaynağı tarihsel olarak çok eskilere dayanmaktadır.
Bazı araştırmacılara göre Kürtteriminin temelinde KUR kelimesi yatmakta olup Sümer kökenlidir. Sümerce'de KUR, dağ demektir.
Tİ eki aidiyeti ifade eder.
Böylelikle KURTİ kelimesidağın halkı, dağlı halk anlamına gelmektedir.
Bu ismin geçmişi Milattan önce 3000'lere kadar dayanmaktadır.
Kürdistan coğrafyası bilindiği gibi dağlık bir bölgedir.
O çağlarda insanlara coğrafyalarıyla veya yaşam tarzlarıyla bağlantılıadlar verilirdi. Kürtlerinde işte bu dağlık coğrafyada binlerce yıldır yaşadığı için bu adı almış olduklarıileri sürülmektedir.
Sümercedeki KURTİ adı,Greklerede 2200 yıl önce Kurdienne (Kürtmemleketi) diye geçmiştir. Bir Sümer tabletinde Kurtie adı altında yer alanhalkın veya Kardakalar'ın eski tabletlerde adı geçen Proto-Kürt kavimler olduklarına bilim adamlarının inançları var.
G.R. Driver göre bu yöre Van gölünün güneyidir. Fakat bunlar Kürt kabilelerin sadece birkısmını teşkil eder.
Asurlulardan kalan bir tablette bugün “Kurti” veya“Qurtie” diye okunan bir kavim adına rastlanmıştır.
G.R. Driver bu bölgenin Bitlis yöresini kapsayan güneydoğu Anadolu olabileceğini düşünmüştür.
Asur tabletleri Kurtiler için “Dağların Cini/Efendisi”diye yazıyor .
Din Kürtler, dini bakımdan çok heterojen bir halk olup aralarında birçok farklı dine mensup gruplar vardır.
Kürtlerin çoğunluğu Sünni Müslüman olup Islamiyeti kabul etmiştir. Türkiye ve İran sınırları içinde yaşayan Kürtlerin çoğunluğu sünni, diğerleri alevidir.
(irandaki alevi kürtlere ehl-i hak denir.).Ayrıca Şii,Yezidi, Yahudi, Zerdüşt ve HıristiyanKürtler de vardır.Kürtlerin İslamla Tanışması 637 Yılına Dayanır.
Kürtler Ortadoğuda Araplardan sonra Müslümanlığı kabul eden ikinci kavimdir.
Kürtler Müslümanlığı Türklerden 200 yıl önce kabul ettiler. Türkiye'nin en eski camii , 639 yılında tarihi Mor-Toma Kilisesinden çevrilen Diyarbakır UluCami'dir.
Bugün Kürtlerin çok az sayıda Yezidi dışında, Kürtlerin %98-%99 'u Müslümandır Kürt halkı İslam dinini ciddiyetini samimiyetini ve sağlamlığına kanaat getirip Müslümanlığa çok kısa zamanda büyük çoğunluklar halinde geçiş yapmıştırlar .
O günden sonra İslamiyeti seçen Kürt halkı büyük şahsiyetler yetiştirmişlerdir.
Selahaddin Eyyubi Mêlaye Bate, Mellaye El Cizîrî Mêlaye Ehmedê Xanî ,Feqîyê Teyran Bedîûzzaman Saîdê Kurdî ,Şêx Said Efendİ ve daha birçok önemli şahsiyet ve İslam alimi yetişmiştir.
Kürtler , İslamiyetin yayılmasına Haçlılara karşı mücadelede en ön saflarda yer aldılar.
Dil Kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İrani kolunun kuzey-batı İrani grubuna ait bir dildir. Kürtçe,dünyada tahminen 29-35 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Kürtlerin konuştuğu lehçeler şöyle sıralanabilir:
1) Kurmanci
2) Orta Kurmanci (Sorani)
3)Zazaki-Gorani (Kırdki, Dımıli, Kırmancki ;bunlareşanlamlı adlarıdır)
4) Lorani.
Kürtçe, bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye, Sovyetler Birliği, Lübnan gibi değişik devletlerin sınırları içinde yaşamakta olan Kürtlerce konuşulur. Kürtçe Irak'ta resmi dil olarak tanınmıştır. EdebiyatKürt edebiyatı; halk edebiyatı ve yazılı edebiyat olarak ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat, yani halk edebiyatının tarihi binlerce yıl öncesine kadar dayanıyor.
Yazılı edebiyat ise bin yıl öncesine kadar dayanıyor.
Hemadani Baba Tahir (935-1010), Kürted ebiyatının ilk yazılı örneğini, bin 100 yıl önce İran'da Arap alfabesiyle Kürtçe yazmıştır.
Kürtçe'nin eski ve güçlü edebi ürünlere sahip diğerbir lehçesi de Kurmanci lehçesidir. Kurmanci lehçesiyle bu güne kadar ulaşmış şiirler yazan Kürt şairleri arasında ilk akla gelenler: Elîyê Herîrî(1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), MelayêCizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707)'dir. Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn adlı ünlü eseri ilkkez 1730'da çevrilip yayımlanmıştır vede mirCeladet Ali Bedirhan çok önemli dergi ve yazıları kürt tarihine diline alfabesine üst düzeyde bir ışık tutmuştur.

Alttaki videoyu izlemelisiniz..
https://www.youtube.com/watch?v=v3ENoL1dO-I