26 Nisan 2017 Çarşamba

YOĞURT

Bêkaram sebeh erkenden uyxidan qaxtim, imanım gewremiş, rüyamda Ahu Tuxba'yi görmişem felegım şaşmiş, hele de rüyanın êle etkisinde qalmişam hêç sormayın..
Anam dedi, wula bênamus sen nasıl bêle sebeh erken kaxmişsan zaar etrafta qurt ölmiş ? dedım ana walla gece rüya görmişem, dedi xêr ola, dedım daha çalişacağam, şaşırdi. Dedi ne gördın? dedım ne sen sor, ne ben söliyım.. artıx adam gibi çalışacağam.. anam sevınmaxtan nerdeyse göbek atacaxti. Dedim hele 50 lira ver axşam yewmiyemi alırsam vêrecaxam.. bozıx yoxti hema çıxardi 100 lira vêrdi..
Dolmişa binmedım. Bağlardan istesyona, ordan da eski halın ögınden Urfa qapi we mêrıg Ehmedten dörd ayaxli minareye geldım. Kendi kendıme diyiyem eceba aşaği mehle bu saette açıx olır ? Êle düşüne düşüne gidiyem. Bi baxtım bızım qomşimız xalê meheme.. Allahım şaşti, dedım bu qebrax ne ari buralarda? o da beni gördi, yanıma geldi, dedi nêre gidisen ? dedım walla xalo yoğurt alacağam.. dedi walla ben de alacaxam.. de buyur burdan yax ! dedım xalo aşağida yeni bi yer açılmiş ben oraya gidiyem. Dedi walla ben de geliyem, dedim xalo sen yogurtçilara gêt, dedi yox sen maldan eyi anlisan ben de senle gelecaxam.. la hewlawela çekerax dedım de gel.
Ara küçelerden xançepege doğri yürüdıx.. êle dar küçelerden dolambaçli gidiyıx, xalo yorıldi. Dedi yaw imanim şaşti oxlim daha çox war ? dedim az qaldi. Neyse büyük mawi boyali qapinın ögüne geldıx. Dedim xalo burasıdır. Dedi qapida polês war, dedim he köti yoğurtlari içeri almilar, dedi imanima burasi çox eyidır, Allah senden razi olsın, hema hergün gelecaxam. Daha açılmamişti, qarşidaki qehwede otırdıx çay içtıx. Birez sohbet ettıx seeti geldi qapi açıldi.
Qapida polês bizi aradi we içeri gêçtıx. Xalo evlerden birisının içine baxti gözlerıni açti baan dedi oxlım İso burda çiplax qarilar war, bu nedır oxlımm ? dedim Xalo bunlar yoğurt sati, dedi orıspi çocıği yoxsa burasi kerxanedir ? dedim he, dedi babana söliyecağam dedım söle, diyecağam kendi istegi ile geldi.
Xalê meheme baan küfır ata ata dişari çıxti.
Axşam eve gêtım, êle babamın yüzıne baxiyam hele sölemiş, ya sölememiş.. babamın yüzi eyni mehkeme gibi.. dedi pêzewengin çocıği yaşli başli adami utanmadın kerxanaya götırdın ?
Dedım baba êle degıl, dedi ya ne ? dedım sebeh qaxtım işe gidecağtım, İstesyonda sivil polêsler beni taqip ettiler, hani bilisız darbe olmiş, ben de dewrimciyem.. dedim polêsler desin ki bu lümpendir, dewrimci değıl, ya da dewrimcilıği biraxmiş.. Xalê meheme de benden ayrılmadi.. mecburen oni da götürdim kerxanaya..
Ma yoxsa hêç êle pis yere giderem ? Babam inandi bi de baan eferım oxlim dedi.. sen haqatten eyi bi dewrimcisen dedi...



Bir Avuç Hüzün

Hiçbir yolun sana çıkmayacağını bilerek yürümek çok zor.
Ciddi anlamda toparlanmam lazım.
Bir yere varmak için değil, kendi yoluma devam edebilmek için.
Otobüs gelince atılan sigara gibi yarım sevmeye layık gördün,
İlişkiyi sonuna kadar götürecek göt yokmuş sende.
Sanki yedi yaşındayım. Terasın korkuluklarından ayaklarımı sarkıtmışım.
Suratımda bir tokat izi. O kadar küsüm ki, kendimle
bile konuşmuyorum. Kadının beklentileri varmış, olamazmış. Olmadı, Olamazdı.
Delirdiğinle kalırsın. Dizlerini çenene kadar çekip iki elini saçlarının arasına alıp delirdiğinle kalırsın şu bok çukurunda. Sonra bir sigara yakıyorsun, hiç bitmeyen bir sigara ve gökyüzünü seyrediyorsun. Bakıyorsun her şey yerli yerinde. Sen sadece kendini ziyan etmişsin şu bok çukurunda. Neden her şeyi berbat etme hakkını hep karşımdaki insana, mahlukat'a veriyorsun Tanrım?
Sezen Aksu'nun "Ben Sende Tutuklu Kaldım" şarkısını, sevgilisinin gözlerine bakarak 5 dakikada yazdığını, gözlerinin içine bakarak okuyamadım. Az önce bir mesajı on kere yazıp, sildim.
'Özledim' diyecektim göndermeyi beceremedim, beceremedim, beceremedim. Kalbini
kırdığın kişinin sabah öldüğünü duysan ‘Omo bon hokloydom’ tesellisi avutulabilir mi seni hm
avutabilir miiii? Seni savunduğum her insana bir özür borcum var. Herkesten Özür Diliyorum.
Sarılınca çenemin omuz çukuruna tam oturmasına sevinmiştim ama nereden bilecektim ki
beni o çukura gömeceğini. Nefesin kesilene kadar ağladığın zaman anlıyorsun her şeyi,
gerize kali degilsen anlıyorsundur. Benim en ufak bir hatamı günlerce yüzüme vurup beni
ağlatırken, ben ise beni öldürüşüne defalarca sustum, bu çok acı ulan bu çok acı. Sıla'nın
dediğine bak; niye gidemiyorum biliyor musun? çünkü emek verdiysen zor. Kadın sonuna
kadar haklı dibine kadar. Gülüşümdeki papatyalardan eser yok artık. Gözümde yaşlar
bıraktın içine gömülüp boğulurcasına. Bir lağım çukurunda ölmek üzere olduğumu ya da bir
arabanın altında kaldığımı görseniz bile üzerime tükürün mustehaktir bana. Zaten sen ilk
yağmurda şemsiyeni açan birisin ne beklenir ki senden. Tüm iyi niyetlerin ve yaşanmış güzel
şeylerin, hepsinin amına koyim. Seninle bir yastığa baş koyabiliriz diye düşündüğüm için
kendimden ve o yastıktan defalarca özür diliyorum.. Ağlamamak için sıktığım çenemin
acısını kalbinde hissetmiş biriyim. Beni bu saatten sonra ne kadar acıtabilirsin? Oturalım
deniz kenarına, sarılmaya gerek yok. Adam gibi geç karşıma neden sevmedin, Anlat. Sesimi
çıkarırsam namerdim. Uçmayı öğreteceğine kanat kırmak niye?
Bu hangi kitapta yazıyor.? Telefona çocuksu bir heyecanla kaydettiğin o numarayı, yetişkin
gözyaşılarıyla silmektir hayal kırıklığı.

Bunu da yazın!!!!! Seninle yanmaya razıyım dedim, doğrudur, beni yangının ortasında tek
başıma bırakmana değil gerizekalı. Çiçekli yollardan gelmem sana fazla geldi zaten,
ondandır bu yaptığın. Eşeğe fazla arpa verirsen tizik atar zaten. Ben battaniyemi ısırıp
hıçkırarak ağlarken, yastığımın bir yüzü ıslak olup arkasını çevirirken sen napıyordun?
Sezen Aksu yüzüne tokat gibi inerken, Ahmet Kaya ciğerlerini talan ederken anlayacaksın.
Ama biliyorum ki sen de o ciğer de yokkkk. Gecenin bi köründe balkona çıkıp alınan derin
nefesler sevdaya dahil değilmiş onu anladım. Çok uzun zamandır iyiymişim gibi
davranıyordum. Ama değildim, değilim.
Olmayacam.. Öğreneceksin, gecenin bir vakti boş tavana baktığında kimseye güvenmemen
gerektiğini öğreneceksin ya seve seve ya sike sike. Ahmet Kaya’nın dediği gibi
“Kendine iyi bak beni düşünme,
Su akar yatağını bulur.”

24 Nisan 2017 Pazartesi

TENDUR

Xalê ismetin bir anısı..

Diyarbakırli Baqan köyımıze gelmişti. Êle izzet, êle ikram görılmemiş.. O gün resmen heywan soykırımi olmişti. Hatta ğariban xalê meheme bilem iki tene xorozına qıymişti.. diyisen belki köye metro yapacax.. burni hawalarda, etrafında bi süri qeşmer götınden ayrılmilar..

Wel hasıl köyün sorınlarıni etrafa sori, yanındaki qeşmere de not tutturi.. Köylinin êle keyfi geli ki, sanki köyleri dünya başkenti olacax... Yani o derece bi coşki we heyecan war herkeste...

Qadın sorınlari için orada toplanan qadinlari da düşünmişti. Yanlarina yaqlaşti we Kûrdçe sordi:

--Xweşkên hêja hun çı istemiş dikin söylemiş bikin ! dedi. Qadınlar gülerax we utanarak birbirlerinin arxasına qaçtilar..

Xaltiya Wesso sürekli Nuçe Tv yi seyrettiği için diğer qadınlardan daha özgır bi çıkış yapti.

--Ez sılav û rêz ê xwe ji serê çiya û yên heps û zindana 're dışinim, ji tera ji Tendurîstî dixwazim ! dedi.

Baqan beg bi şey anlamadi. Yanindaki qeşmere:

--Wulan oxlım qari ne istedi ? diye sordi. Qeşmer rezil olmamax için hema atti..


--Sayın baqanım walla, dağ başında yaşiyıx, burada hapıs gibiyix. We Tendur istiyor.. dedi.

Baqan emır verdi.
--Tendur ? hema başım gözım üstüne.. her eve bi tendur getirin ! dedi.

O gün bu gündür hûkumet Tendurunda pişen demokratik we ekolojik ekmekleri yiyiyıx. Allah onlara zewal vermesın..

Aziz Gülmüş

23 Nisan 2017 Pazar

Kim Peygamber?

Herkes birbirini yargılıyor.
Herkes şikâyetçi!..
Herkes mağdur!..
Herkes kurban! katil kim peki?…
Hic kimse…
herhalde uşak… :)
Yahu ortada öyle çok kötülük, kokuşmuşluk, çürümüşlük var ki, bari birbirinizi 'masum kişisel tercihlerinden' dolayı yargılamayın, ayıptır..

ilk önce herkes şununla bir kere yüzleşsin: feysbukta var mısın, yok musun arkadaşım? Eğer var isen, iki ucu boklu bir durumun altına kafadan imzanı atmışsın demektir: teşhircilik ve röntgencilik!.. evet evet, istediğin kadar inkâr et, burada yaşanan şeyin özcesi budur.
Hiçbir şey yapmasan, hayata bakışını ifade eden paylaşım tercihlerinle ve cümlelerinle ruhunu teşhir ediyorsun. Bu noktada neyi ne hakla yargılayabilirsin? feysbuk ya da herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde tek bir vesikalık fotoğraf paylaşımının bile pornografik davranış olduğunu savunan sosyologlar var.
yok efendim 'ben sadece politik yorumlar yapıyorum da, öteki niye kıçını gösteriyor? Sana ne kardeşim.
Herkes sahip olduğunu sunar hayata…
Sana bir zararı var mı?
Onun sayfasını ziyaret etmezsen görmeyeceğin, listenden çıkarırsan rahatlıkla haber akışına düşmesinden kurtulabileceğin şeyler bunlar, farkında mı değilsin acaba?

Kaldı ki, senin belki tek bir kişisel fotoğrafın bile yok sayfanda ama, çarşaf çarşaf gırtlak kesme, deri yüzme, tecavüz, çocuk cinayeti fotoğrafları paylaşıyorsun... Biliyor musun? Sözde 'duyarlı insan' olmak adına yaptığın bu şey, pornografinin Allahıdır!
Uustelik, uzun vadede vahşeti kanıksatarak legalize eden, tam da sistem mühendislerinin amaçlarına hizmet eden son derece çarpık bir eylemdir…
Keske kıçını göstersen; ondan herkeste bir tane var zaten... Senin yaptığın şey kadar sorun teşkil etmez emin ol…
Koca koca aydın geçinen adamlar görüyorum yaa, takıyorlar dillerine misal zavallı bir kadını, yok neden şunu paylaşıyormuş, yok bedeninden başka kuracak bir cümlesi yok muymuş?.. ya da bir eşcinseli, ya da ne bileyim, kallâvi vizyonları olmayan 'küçük, dertli' insanları…

Yok kardeşim
Baska bir şeyleri yok!…
Var da kullanmıyorlar mı?
Bir sanat müziği şarkısı vardır, bilenler bilir, der ki dizelerinden birinde: 'ne verdin ki bana, ne istiyorsun'. ne verdi ki bu toplum o insanlara, ne istiyorsunuz? size vermiş de neye yaramış üstelik…
herkes istiyor ki, herkesin çıtası kendisininkinin yüksekliğinde olsun… herkesin endazesi elindeki cetvelin boyu kadar…

Yargılamayın kardeşim boku püsürü!.. yargılanacak onca alçaklık varken etrafınızda, insanların kendilerini ifade etme kapasitelerine ve tercihlerine mi kaldı mesele?…

Zannedersin herkes dünyayı kurtarıyor… hayır efendim, ben de dahil hiçbirimizin doğru dürüst bir halta yaradığımız yok burada kendimizi kandırmaktan başka… her gün takvimlerden bir acı indirip asıyoruz duvarımıza, ama çok daha beterlerinin listeye eklenmesinin hiçbir şekilde önüne geçemiyoruz…
teşhircilik:bütün sosyal paylaşım sitelerinde tek bir şey yapıyoruz, teşhircilik ve röntgencilik gibi aslında oldukça sorunsallı bir duruma istemeyerek de olsa razı gelerek, bir şekilde “biz de varız!” demeye çalışıyoruz, hepsi bu! kimimizinki az kimimizinki çok, ama acıdan ve çaresizlikten kaynaklı bir zavallılıktır bu aslında…

insanın hastalığını hiç tanımadığı insanlarla paylaşarak kimsesizliğini gidermeye çalışması acıklıdır…
yer bildirimi yapması acıklıdır…
ağlaması, derdini paylaşması acıklıdır…
yıllarca birlikte yaşadığı insanlara, sevdiğine, gündelik hayatta ağzıyla kuş tutsa anlatamadıklarını, ya da söylemeye cesaret edemediklerini buradan göndermeler yaparak anlatmaya çabalaması acıklıdır…
şiir yazıp dönüp dönüp beğenenleri sayması acıklıdır…
Diyelim bunların hiçbirisi değil de gerçekten isterik, teşhirci, hayatta iki kitap okumamış bomboş biri olduğunu sergiliyor, bu çok daha acıklıdır…
yaşamak, hele ki böylesine birbirine yabancılaşmış insanlardan oluşmuş bir toplumun içinde yaşamaya çalışmak, yalnız kalmamaya, kendin olmaya direnmek acıklıdır…

lütfen, kimseye bir zararı olmadığı, başkalarının alanını taciz ederek saldırmadığı sürece birbirinizin kederlerine tükürmeyin! hiçbirinizinki diğerinden daha ulvî değil çünkü, emin olun..
en boş gibi gördüğünüz davranışın arkasında bile asla tahmin edemeyeceğiniz dramlar gizli olabilir… bilemezsiniz…
acıyı acıyla dövmeyin!
kim bilir,
Belki Kediler Peygamberdir.


Janya.


20 Nisan 2017 Perşembe

Mehmed Uzun Kimdir ?



Modern Kürt Edebiyatının en tanınmış yazarlarından olan ve 1953 yılında Urfa’nın Siverek ilçesinde doğan Mehmed Uzun, 11 Ekim 2007′de tedavi gördüğü Diyarbakır’da yaşama gözlerini yumdu. 1970′li yıllarda Ankara ve İstanbul’da Kürt özgürlük mücadelesi içerisinde yer alan Uzun, görüş ve çalışmalarından dolayı birçok kez tutuklandı. Ankara’da bulunduğu dönemde Rizgari Dergisi çevresinde çalışmalarnı yoğunlaştırdı ve derginin editörlüğünü yaptı. 1977 yılında Türkiye vatandaşlığından çıkarak İsveç’e yerleşti. Burada yazın çalışmalarına devam eden yazar, Kürtçe, Türkçe ve İsveççe dillerinde yazdığı kitaplarla adından söz ettirdi. 1985′ten sonra yazdığı romanları Kürt edebiyatı içerisinde yeni bir mecra açarken hakkında açılan onlarca dava ve yasaklamalara rağmen kitapları yirminin üzerinde dile çevrildi. İsveç Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyesi olan Uzun, İsveç Pen ve Uluslararası Pen Kulüp’ün de aktif çalışanlarından biriydi. 2001 yılında Türkiye’de çevirisi yayımlanan “Ronî Mîna Evînê Tarî Mîna Mirinê” ile “Nar Çiçekleri” adlı kitaplarından dolayı Türkiye’de yargılandı. Aynı yıl Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Yazar aynı zamanda Berlin Kürt Enstitüsü Edebiyat Ödülü, Stina-Erik Lundeberg ve Torgny Segerstedt Özgürlük Kalemi Ödülü sahibiydi.













2005 yılında yakalandığı mide kanseri sonrası Karolinska’da tedavi altına alınan Mehmed Uzun, bir müddet sonra Diyarbakır’a yerleşti. Burada Kürt doktorlarca tedavisi sürdürülen Uzun, Ekim 2006′da Kürtler tarafından düzenlenen sevgi gösterileri ile tekrar hayat bulmuştu. Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için de birçok girişimde bulunan yazar, 11 Ekim 2007 saat 11.05′te Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde vefat etti.















Mehmed Uzun’un eserleri:

Tu (Sen), Roman, 1985;
Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Bir Rind’in Ölümü), Roman, 1987;
Siya Evînê (Yitik Bir Aşkın Gölgesinde), Roman, 1989;
Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Evdalê Zeynikê’nin Günlerinden Bir Gün), Roman, 1991;
Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına Giriş), İnceleme, 1992;
Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi), Denemeler, 1993;
Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı), Destan-Ağıt, 1993;
Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç’te), Edebiyat Antolojisi, M. Grive ile Birlikte, 1995; Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi), Antoloji, iki cilt, 1995;
Bîra Qederê (Kader Kuyusu), Roman, 1995; Nar Çiçekleri, Deneme, 1996;
Ziman û Roman (Dil ve Roman), Söyleşiler, 1997;
Bir Dil Yaratmak, Söyleşiler, 1997;
Dengbêjlerim, Deneme, 1998;
Ronî Mîna Evînê - Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık), Roman, 1998; Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler, Deneme, 2002;
Dicle’nin Sesi I - Hawara Dîcleyê (Dicle’nin Yakarışı), Roman, 2002;

Diclenin Sesi II - Dicle’nin Sürgünleri, Roman, 2003.

Twitter'da Mehmed Uzun adına açılmış olan bu sayfayı TAKİP EDEBİLİRSİNİZ.
(Altı yazılı yazıya tıklayıp takip edebilirsiniz.)
Takip Edelim


ERKEK İKNA ODASI

Yorgun, argın biraz da uzun zamandır kafaya taktığım sorunlardan dolayı morali bozuk bir şekilde eve geldim. Zile bastım eşbaşkanım kapıyı açtı ve bana bugüne kadar hiç duymadığım bir şekilde gülümseyerek Kürdce:
--Heval tû bı xêr hat ! dedi. Alışık olmadığım bu hitap tarzı karşısında önce afalladım ardından hatuna :
--Ne oli oxlım? xêrdır bêle heval meval ayaxi.. !! dediğimde hanım biraz endişelenmişti. Çünkü beni bilir, bu durumlarda faili meçhul damarlarım kabarıp, anarşist kanım tepeme doğru yüz metre yarışı yapar.. biraz tırsmış bir yüz ifadesi ile:
--Bugün Dünya qarilar günüymüş..
--Olsın ! dedim, ne olmiş yani ?
--Şeyyy..
--Ne şeyi oxlım ?
--Kızma heval içerde misafirler var !
--Kimmiş misafirler ?
--Kadın arkadaşlar gelmiş de..
Neyse içeri girdim. Dört kadın gelmiş. Selamlaşıp, hal-hatır sorduktan sonra, Dünya Emekçi Kadınlar günü nedeniyle kadınları evlerinde ziyaret ettiklerini, şiddet ve diğer kadın hakları konusunda bilinçlendirme çalışmaları yaptıklarını söylediler.

Yıllardır papağan gibi ezberledikleri bir kaç formülü okuyarak bana güzel bir ajitasyon çektiler.. aslında bu ajitasyonu biraz da bana verilmek istenen "göz dağı" olarak algıladım.
Ben başladım birikimlerimi onlara aktarmaya.. ben konuştukça büyük bir mahcubiyet yaşıyorlardı:
"Bakın arkadaşlar, yanlış kapıyı çaldınız, misafirsiniz baş göz üstüne geldiniz, kapım daima açıktır sizlere, ama bu zamanınızı gerçekten kadın oldukları için aşağılanan, hor görülen ve şiddete maruz kalan insanlara ayırsaydınız daha iyi olurdu" dedim. Bizim evde öyle bir şey olmaz hatta eve eşbaşkanlık sistemini getirmeye çalıştım, aha yüzü burada yalandır desin.
Bizim hatun kabul etmedi, iktidarı paylaşmam dedi. Ben eşbaşkanlık diyorum, o ısrarla sadece başkanlık diyor. Evdeki ekonomiden tutun da bütün sosyal meselelerin kararlarını kendisi verir. Evde istediğini yapar, yani ben böyle bir özgürlük alanı tanıdım kendisine. Ama beni bilir, kızıp sinirlenirsem de sistemi tıkar, işlemez hale getiririm.

Şimdi size soruyorum, hanginiz benim hanım kadar özgürsünüz
Ve hanginizin erkeği benim kadar gönüllü sömürge? dedim..
Hiç birinden çıt çıkmıyor, açıkçası baltayı taşa vurmuş bir psikoloji ile sessizce dinlediler. "Kadınları erkeklere karşı kışkırtacağınıza, onları sistemin erkekliğine karşı örgütleyin. Onları köleleştiren, hor görüp aşağılayan, cinsel meta olarak algılanmalarını sağlayan sistemin kendisidir. Kadın da özellikle kendisini cinsel meta olarak gören anlayışı kabul ederek sistemin bu yanına kendisini pervazsızca yatırır. Eğer bir kadın yatak odasını "Erkek İkna odası" olarak görüyorsa zaten bu kadın köledir. Köle kadın da çirkindir.. çekilmez. dedikten sonra yavaş yavaş kalktılar ve ayaxlarına eyi oldular..
Yani suwar hatin, peya çun...

Xalê İsmet