22 Ocak 2016 Cuma

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim!

Nazım Hikmet'in kaleminden Lenin'in ölümü!

Şanuar sinemasının oraya geldik. Bir yerlerde, kocaman yüksek, tahta avlu kapıları birdenbire açıldı. Yanımızda mı, önümüzde mi, karşımızda  mı, farketmedim. Kamyonlar, adamlar fırladı avlu kapısından. Ve bir feryat işittim. Her halde bağıran birçok insandı o anda, ama bana bir tek insan feryat ediyormuş gibi geldi. Işıklı, telaşlı, upuzun caddeden, geceden, soğuktan güçlü bir tek insan feryadetti: Lenin öldü!

Sonra neler oldu? Onları parça parça gördüm, zaman sırasıyla değil, karmakarışık. İşittiklerimi de öyle işittim. Avlu kapısından caddeye fırlayanların ellerindeki gazeteler kapışıldı.

Önümde bir tramvay durdu. Bir anda boşaldı. Bütün tramvaylar durdu. Hepsi boş. Hiçbir şey işitmiyordum. İhtiyar bir adam ağlıyor, kalpağını çıkarmış, göğsüne bastırmış. Dazlak da. Ağlıyor.

Kızaklar durdu. Kızaklar bomboş. Sinemalar boşaldı, içerde yangın çıkmış gibi dışarı fırlıyor kalabalık. Lokantalar da öyle, evler de. Caddeye boşalıyorlar. Tüverskoy Caddesi, gazete satıcılarının etrafında itişen kakışan insan kümeleriyle kaplanıverdi. Bir vatman, tramvayın basamağına oturmuş ağlıyor. Demin gördüğümüz al yanaklı kız ağlıyor, Kerim ağlıyor, elinde gazete, ama ben hiçbir şey işitmiyorum, bütün gördüklerim uçsuz bucaksız bir akvaryumda geçiyor.

Biri düştü yere. Biri daha. Kucaklaşıp birbirlerinin omzunda ağlayanları görüyorum, ama ses seda yok. Biri kolumdan çekti. Dönüp baktım buruşuk bir kocakarı, boyu da çok kısa, gocuklu da, başını da şalla sarmış. Kolumdan çekiyor, dişsiz ağzıyla bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Eğildim. Altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu sesi, altı yedi yaşlarında bir kız çocuğunun korkusuyla soruyor :

“Lenin mi ölmüş?’’

Başımı sallıyorum. ‘’Ölmüş demek!’’ Haç çıkaracağını sanıyorum ama çıkarmıyor. Kolumu bırakıyor. “Yazık oldu bize.’’ Tekrarlıyor :

“Yazık oldu bize! Yazık oldu bize! Yazık oldu bize!’’

Ses kalınlaşıyor, büyüyor, büyüyor, enine boyuna genişliyor, masal şişesinin içinden çıkan dev gibi, sonra ansızın kayboluyor ve ben asıl sesi işitiyorum. On kişinin, hatta daha da çok, yirmi kişinin filan bir arada hıçkırdıklarını işittim dedemi gömdüğümüz gün; ve yüz kişinin bir anda hıçkırmasını da göz önüne getirmek olur, ama bütün bir şehrin tek bir ağızdan hıçkırması bu ses, bu sesi beş on dakikadan çok işitemiyorsun. Ya da işitiyorsun da, sinirlerini, aklını, fikrini korumak, delirmemek içgüdüsüyle işitmez oluyorsun ve kulağına sağdan soldan, önden arkadan artık o ses değil, bir başlarına ağlamalar geliyor.



Lenin’i Kolloni Zal’a getirdiler.

Trenler memleketin dört bir yanından adamlar taşıyor Moskova’ya, Lenin’i son bir kere görmek isteyenleri. Kolloni Zal’ın bir kapısından girip, Lenin’i görüp, öbür kapısından çıkan insan saflarının bir ucu şehrin dışında. Sokaklarda, alanlarda kocaman ateşler yanıyor gece gündüz. Gece gündüz saflar yürüyor Kolloni Zal’a. Cankurtaran otomobilleri donanları, hastalananları hastanelere taşıyor.



Kolloni Zal denen yapı yapı, Çarlık zamanında subayların kulübüymüş, şimdi sendikaların kulübü sanırsam. Yukarı çıktım arka merdivenlerden. Matem marşı çalınıyor bir yerlerde. Bir odaya girdim. Mermer, yaldız, kırmızı kadife. Kalabalık. İşçiler. Kızıl ordu subayları, sakallı, sakalsız köylüler her yaştan, her çevreden kadınlar, erkekler, matem marşı çalınıyor. Belli ki bitişikte hem bir bando değil, birçok bando. Odada kimse konuşmuyor. Ne kadar bekledim?

Biri geldi. Fısıldadı. Haydi. Bir kapıyı açtı, matem marşı ulu bir deniz gibi çarptı yüzüme. Aklın alamıyacağı kadar aydınlık. Kristal avizelerin böyle kocamanlarını bir de Kremlin sarayında gördümdü. Bu aydınlığın içinde bir insan selidir akıyor ağır ağır. Kolumdan tutan adamla ilerliyoruz. İlk gördüğüm Krupskaya oldu. Çiçek yığınlarının önünde, ortadan ayrılmış dümdüz kır saçları, dümdüz entarisiyle duruyor. Kolları yanına sarkık. Patlakça gözlerini alabildiğine açmış, bir yere bakıyor.

Baktığı yerde Lenin’i gördüm. Alnını, sarı ve inanılmayacak kadar geniş alnını. Yeryüzü yuvarlağı. Lenin sırt üstü yatıyor, ellerini göğsüne kavuşturmuş. Kızıl bayrak nişanını gördüm. Yüksekçe bir yerde yatıyor Lenin, açık bir tabutun içinde, kırmızıların ve çiçeklerin arasında. Başucunda, iki yanda iki nöbetçi, ayak ucunda da öyle.

Ben bir Orta Asyalıdan aldım nöbeti. Bana birşeyler söyledi nöbeti teslim ederken. Karşılık vermedim. Elimde tüfek, duruyorum kımıldamadan Leninin baş ucunda. İnsan seli dört koldan, iki kol bir yandan, ikisi öbür yandan, ardsız arasız akıyor. Çoğu ağlamıyor artık. Lenin’in hizasına gelenler, yanından geçenler, gözleri bağlı yürüyorlarmış da birdenbire bir yere çarpmışlarmış gibi, irkilip duruyor bir, sonra arkadakilerin temassız baskısıyla ilerliyor ve salondan çıkana kadar ve artık görmeleri mümkün olmadığı halde başlarını çevirip arkaya bakıyor.



Ön manganın çavuşu Lenin’in hizasına gelince duraladı:

“Ah anacığım”

diye haykırdı bir ve yuvarlandı yere. Ortalık karışmadı. Denizciler çavuşlarını kaldırıp, dolu dolu mavi gözleriyle geçtiler. Bana öyle geldi ki, denizden bir daha dönmemecesine ayrılıyorlar. Saflarının arasında bayılanların sessizce kaldırılıp götürüldüğünü ancak bundan sonra farkettim.

Lenin’in başını görüyorum arkadan, daha doğrusu, kocaman alnını. Matem marşını duyuyorum. Dört koldan, artsız akan insanlarla ilgim kalmadı. Lenin’e bakıyorum ve ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum.

-Nazım Hikmet, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, 1962

21 Ocak 2016 Perşembe

Zambaklar Ülkesi


Halkın içinden çıkan her büyük şahsiyet yakıcı güce sahip birer büyüteçtir. Bu büyüteç halkının en güçlü yönlerini ve zekasını kendi kişiliğinde birleştirerek, hem kendi halkını hem de diğer halkları temsil eden milyonlarca insanı ateşlemektedir. Fakat gökyüzü bulutluysa ve atmosferde güneş ışınları yoksa, hiçbir büyüteç kar tanelerini eritmeye ve bir damla suyu ısıtmaya muktedir olmayacaktır.

İsviçre peyniri sadece dağlardaki otlarla beslenen, Hollanda peyniri ise bu ülkenin zengin meralarında otlayan ineklerin sütünden elde edilmektedir. Bu peynirler üretildikleri ülkelerin rayihası, özüdür. Napolyon Fransa'da doğabilirdi, fakat barışsever Çin'de bir Napolyon dünyaya gelemezdi. İngiltere doğanın temel kanunu olan "yaşam mücadelesi" öğretisinin yaratıcısı Darwin'i, Rusya ise kötülükle mücadele edilmesi gerektiği fikrini savunan Lev Tolstoy'u yetiştirdi. Başka türlü de olamazdı zaten.

Her zaman ve her yerde böyledir. Almanya'yı Dünya Savaşı'na sokan etken II. Wilhelm değildi; bunun nedeni Almanya'nın kaba ve vahşi ruhunun Bismark, Wilhelm, Hindenburg ve Rohrbach gibi şahsiyetlerde tecelli etmesiydi. Roma'yı Neronlar, Caracallalar ve Commoduslar dağıtmadı; aksine, uzun ve yıkıcı savaşlar nedeniyle ruhu cılızlaşmış, maneviyat yoksunu Roma halkı ahlak yoksunu tiranları ve cellatları iktidarın zirvesine çıkardı. Her konuda ihtiraslı olan İspanya tarihe Loyola'yı ve engizisyonu "hediye ederken", Almanya bir taraftan Kant'ı, diğer taraftan ise Krupp'u yetiştirdi.

Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hakim olan ruh halidir. Halkın sahip olduğu değerler nelerdir? Zekası, iradesi ve vicdanı gelişmekte midir yoksa zehirli otlar sarmış gibi, çürüyerek yok mu olmaktadır? Veya zavallı, utanç verici bir mevcudiyet için mi sarf edilmektedir?

Burada hepimizin hayatı ve çalışmaları sorgulanmaktadır aslında. Kendi ülkemizde ne işle meşgulüz, halkımızın kaderinde nasıl bir rol üstleniyoruz?

Grigoriy PETROV - Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Bizde de örnekler mevcut. . .

Hayat Mücadelesi


SİMYACI'NIN YAZARI PAULO COELHO'DAN ÖYKÜ..

Bir okuyucum, Alvaro Conegundes, Buzul Çağı döneminde pek çok hayvanın nasıl soğuktan donarak öldüğünü anlatıyor. Kirpiler de durumun farkına varmışlar, soğuktan korunmak ve kendilerini koruyabilmek için birbirlerine iyice sokulma kararı almışlar.

Ama sırtlarındaki oklar birbirlerine batınca ayrılmışlar ve hepsi kendi yollarına gitmişler.

Soğuk devam ettikçe de birer birer donarak ölmeye devam etmişler. Sonunda bir karar vermeleri gerekmiş: Ya ölüp yeryüzünden silinecekler ya da dikenlerine rağmen birleşip birbirlerine sokulmayı göze alacaklar.

Akıllıca davranmışlar ve birlik olmuşlar. En önemli şey donmamak için her kirpinin bir diğerinin sıcaklığından faydalanması olduğundan, dikenlerin batmasına aldırmadan iyice birbirlerine sokulmuş, bu yarı ilişkinin getirdiği küçük yaralarla yaşamayı öğrenmişler.

Ve hayatta kalmışlar."

PARTİZAN~TANYA


Naziler ona çok soru sordu. Tek bir soruya cevap verdi. O da adının ne olduğu sorusu idi. "Benim adım Tanya" dedi.
Nazım Hikmet'in yıllar sonra "... ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi onun" diyerek uzunca "Tanya" şiirini yazdığı kadın.
Yakalandıktan sonra tecavüz edildi. Aşağılandı. Ve sistematik ne varsa uygulandı ama o hiçbir şey söylemedi. Tek bir sır vermedi.
Onu dar ağacına götürdüklerindehayatının son cümlesini söyledi:
O askerlere tek bir şey söyledi:
"Hepimizi, 190 milyon kişiyi asamazsınız!"
Ve astılar...
Adım Nadya demişti ama değildi.
Bu kadının gerçek adı "Zoya Kosmodemyanskaya" idi.
Bir partizandı.
Öldükten sonra Rusların en saygın kahramanlarından biri sayıldı.
TANYA
Zoe’ydi adı
İsmim tanya dedi onlara
(tanya;
Bursa cezaevinde karşımda resmin
Bursa cezaevinde,
Belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa cezaevinde karşımda resmin
Sene 1941 değil artık, sene 1945
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
Bizimkiler
Bütün namuslu dünyanınkiler..
Tanya;
Senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi
Seni astılar memleketini sevdiğin için
Ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim
Ama ben yaşıyorum
Ama sen öldün
Sen çoktan dünyada yoksun
Zaten ne kadar az kaldın orada
On sekiz senecik...
Doyamadın güneşin sıcaklığına bile...
Tanya;
Sen asılan partizan, ben hapiste şair
Sen kızım, sen yoldaşım
Resmin üstüne eğiliyor başım
Kaşların incecik, gözlerin badem gibi
Renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil
Fakat yazıldığına göre koyu kestaneymişler.
Bu renk gözler çok çıkar benim memleketimde de...
Tanya;
Saçların ne kadar kısa kesilmiş
Oğlum memet’inkinden farkı yok
Alnın ne kadar geniş, ay ışığı gibi
Rahatlık ve rüya veriyor insanın içine.
Yüzün ince uzun, kulakladır büyücek biraz,
Henüz çocuk boynu boynun
Henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.
Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan
Süsünü sevsinler mini mini kadın.
Arkadaşları çağırdım bakıyorlar resmine;
_tanya
Senin yaşında bir kızım var.
_tanya
Kız kardeşim senin yaşında
_tanya
Senin yaşında sevdiğim kız
Bizim memleket sıcaktır
Bizde kızlar tez kadınlaşır..
_tanya
Senin yaşında kızlarla
Okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız
Tanya;
Sen öldün ne kadar namuslu insan öldü
Ve öldürülmekte
Ama ben,
Söylemesi ayıpmış gibi geliyor bana
Ama ben yedi yıldır kavgada
Hayatımı tehlikeye koymadan
Hapiste de olsa da yaşıyorum)
Sabah oldu tanya’yı giydirdiler
Ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu
İç etmişlerdi onları
Torbasını giydirdiler
Torbada benzin şişelesi, kibrit,
Kurşun, tuz, şeker....
Şişelesi boynuna astılar
Torbasını verdiler sırtına
Göğsüne bir de yazı yazdılar
“partizan”
Köyün meydanına kuruldu darağacı
Atlılar çekmiş kılıcı
Halka olmuş piyade askeri
Zorla seyre getirdiler köylüleri
İki sandık üst üste
İki makarna sandığı
Sandıkların üstüne yağlı urgan sallanır
Urganın ucunda ilmik
Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına
Partizan
Kolları bağlı arkadan
Durdu urganın altında dimdik..
Nazlı boynuna ilmiği geçirdiler
Bir subay fotoğrafa meraklı
Bir subay elinde makine; kodak
Bir subay resim alacak
Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğin içinden
“ _ kardeşler üzülmeyin gün yiğitlik günüdür.
Soluk aldırmayın faşistlere
Yakın, yıkın, öldürün....”
Bir alman vurdu ağzına partizanın
Genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan
Fakat askerlere dönüp devam etti partizan:
“_ biz iki yüz milyonuz
İki yüz milyon asılır mı?
Gidebilirim ben
Ama bizimkiler gelecekler
Teslim olun vakit varken...”
Kolhozlular kan ağlıyorlardı,
Cellat çekti ipi
Boğuluyor nazlı boynu kuğu kuşunun
Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan
Ve hayata seslendi insan
“_ kardeşler
Hoşça kalın
Kardeşler
Kavga sonuna kadar
Duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler...”
Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına
Sandıklar yuvarlandılar
Ve tanya sallandı ipin ucunda...

Nazım Hikmet Ran

DÖNEN DÖNSÜN


Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli
çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık
veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini
... söylemişler.
Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu,
röntgen istemediğini” söylemiş.
…Hemşireler merakla acelesinin nedenini
sormuşlar.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte
kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum”
demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi
söyleriz” diyince;
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey
anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi
bilmiyor” demiş.
Hemşireler hayretle:
“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden
hergün onunla kahvaltı yapmak için
koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.
Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .

17 Ocak 2016 Pazar

Ahmedê Xanî Şiirleri





Yalnızım

Heyhat doğu batı güneşinden ayrı ve yalnızım
O ay yüzlüden sonra tarümar olmuş mülküm, karanlıkta kalm!şım

İçmem kevser suyunu onun dudaklarından sonra istemem,
Dünya yarısını o gümüş göğüslüden sonra

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Yazık, yüzlerce kez ela gözlü terk edip gitti
Ahlar, figanlarım feleğin çarkıyla eşleşip gitti

Serzenişlerimden melekler ve insanlar oldular aciz
Burmalı zülüfler sonrası gamların girdabındayım haciz

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Hicranla yanan ışıklı mumun fitiliyim
Hasretle harlanmış nar közün ateşiyim

Vücutsuz bir vücudum, o yaktı küle döndüm ben
Dünya yarısı hiç etmez yakıcı gözlerden sonra hem

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Öleceğim anda üzerime gelse Azrail
Aynı anda cenneti müjdelese Cebrail

Benim için Hıdır ve İlyas olsalar delil
Hem derim ki cenneti, kevseri isteyen olsun sefil

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Felek çarkı ibresi, vaveylanın geçişi beni talan etti
Dönen başlı idim daha başı dönen etti.

Gönülsüz, akılsız, hevessiz tümden idraksız etti
Bu mürüvvetsiz olay beni böylesine yağma etti.

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Sakın ey dostlar! Hicret anımda
Bu iki dize bulunsun dilekçe yazımda

Huzura çıktığımda bir belge olsun elimde
Vuslat tarihinde halim nağmelensin dilinde

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Ey Xani! Bu soru ve yanıtların hesabı nasıl olur bilsene!
O'nun hükmüdür ey perdesiz kendine gelsene!

Öleceğim anda üzerime gelse Azrail
Aynı anda cenneti müjdelese Cebrail

Ey ocağı yıkık! O ilahın kazasıdır kabul et
Seni ateşe götürebilir konuşmalarından bir buket.

Ehmedê Xanî

* * * * * *

Yokluk Çölü

Dünya çölü gerçi yol güzergahımdır.
Anka'nın sedası sonsuzluk rehberimdir.

Gam değil bilinmeyen bela oku atılsa felek yayından
İnanç, iman kalkanım, siperimdir.

Cihan bağında acayip hurmayım ben
Başımdaki bela, şimşek, meşakkatlar ise semerimdir.

İmdada gel saki bana kapı açan ol!
Çünkü meyhane yolunda ilk seferimdir.

Kavuşan aşığım duvarlara ne hacet
Cenneti dahi istememek kesin görüşümdür.

Kanadı yanmış kelebeğim, ebedi mumum
Cehennem kıvılcımları, cennete uçuş sebebimdir.

Aşk yolun elemiyle, cefasıyla hoşum ben
Xani bu yolda ilk adım ve önderimdir.

Ehmedê Xanî

* * * * * *

Sanmasınlar

Sanmasınlar biz suskunuz, uykudayız
Bestesini öğrenen coşup haykıranız

Gönül hazinemiz cevherlerle dolu olanız
Görünüşte ise çanak çömlek satanız

Görünmeyen giysilerimiz ibrişim ipek, gizli şahız biz
Aşikarda ise yırtık pırtıktır elbiselerimiz

Canımız yanan ateştir, cismimiz közün odu
Kor yürektir coşku selinin sorunu

Meyhanemiz cennettir huriler sakilerimiz
Meyimiz kevserdir herdem içeriz

Boş laf eden değil Xani
Dünya gezgini gelecek satandır o fani

Ehmedê Xanî

* * * * * *

Zülüflerin Avı

Ben şahinlerin soyundan yarin zülüf çengeline takılan
O zarif ve nazlı yarin mestiyim

Dilberlerdeki sır ve hikmeti ibadetsizce kavrayan
Mürşidi kamil benim, bugün sır ve hikmet sahibiyim

İçinde bulunduğum yumurta abes oldu kafesimdir aşiyan
Çok şey isterdim ama, kanatlanacak güçten ayrıyım

Bu ibretli yaşamı ne yapayım, yaşamda sonsuzluk yalan
O gülümseyen dilberin gamzesinin şehidiyim

Xanî'ye yoldaş olacak dertlerine ortak olan
Bir yardımcı olursa, sihirli saz ustasıyım.

Ehmedê Xanî

* * * * * *

Ömrüm Yolunda Tükendi

Aşkının yolunda ömrüm tükendi ey herhalden anlayan sevgili
lnleyiş ve ahlarım, zaman, aylar ve yıllarım hasretinle geçeli

Çoktan sana helaldır kanımı istiyorsan eğer
Aşk elinden deli divaneyim bende alal ve olgunluk ne gezer

Sen kalbimdeki düş, cesedimdeki ruh
Virane etti gönlümün mülkünü, gam ordusundan bir güruh

Aşk evinde tutsağım imdadıma sen derman
O Tatar'lar aklımı, dinimi, mal ve mülkümü ettiler talan

Çoğaldı dertlerim, acılarım tarifsiz, el aleme dağıldı sırlarım
Kerbela şehitleri dengi hasret kadehinin susamışlığıyım.

Sende mi divanesin dağlanmış gönlüm misali
Yeniden naz etti bana ceylan gözlü sevgili

Hasretinle yaşıyorum habersizsin ey sevgili
Ayrılıktan, halimden her dem bihabersin

Ahvalimi canana arz eyledim canu gönülden
Biganesin arzularım ve halimden, aşk çeşmesi bülbülünden

Acep var mı yardan yana bir kısmetim ve nasibim
Kapında bekleyen çaresizim, deli divane bir garibim

Xanî'nin illetinin dermanı kavuşmaktır ey Tabibim!
Derdim çok kime yanam senden gayri yok Habibim.

Ehmedê Xanî

* * * * * *

İnzivadaki Sofu

İnzivadaki sofu fikrinin prangalı tutsağıdır
Kervan sahibi kişi mangır mangalı tutsağıdır
Dilberin aşığı varsa, maşukun ilgisine bağlıdır.
Bilesin ki şüphesiz herkes işine dert ortağıdır.

Emeksiz kimseden bekleme! ödün yahut himmeti
Gayesiz kimse çekmez başkası için zahmeti
Yok hiç kimse, yükünü ücretsiz taşıyan
Ancak İsa'dır fikrinin tutsağı, bedel arayıp sormayan.

Uyanık ol ki ömrünü boşuna etme telef
Çünkü fayda etmez ne mal, hazine, çocuk ne de halef
Hıdır ve yetimlerin duvar macerası masal oldu
Bu zamanda ise kendi duvarının mimarı olmak yasal oldu

Görmelisin savaş çıktığında
Şayet tedbir, iltifat ve maişet olmadığında
Ok atan savaşçı bedeva can vermeme siperindedir
Komutanın emir komuta erki, önderindedir.

Ey Xanî! Ömrünü tüketme boş ve bilinçsiz
Ey çok hevesli! Talebin yok ki paydan kalmışsın nasipsiz.
Yüce sanatkarın hiç kimseye yoktur ihtiyacı
Oncak çalışanadır onun lütfü, iyiliği ve ilacı.

Ehmedê Xanî

* * * * * *

Hikayenin Sonu

Ey dost! Candan iyi adamların dostu ol,
Ya da iyice iyi adamların düşmanı ol.
Onlar iyidirler ve iyiliği bilirler,
Onlar iyilikten başka birşey bilmezler.
Sen onlara ne kadar cefa göstersen,
Onlar candan vefa gösterecekler.
Sakın kötü adamların dostu olma,
Köpeklerin ne dostu ol, ne de düşmanı.
Onların dostu olsan, seni kirletirler,
Düşmanları olsan seni yaralarlar.

Ahmede Xane

* * * * * *




Şen Gönül

Yine deli bülbül gibidir gönül
İradeli ışığı yelpazeleyen gönül
Bir av görüp bırakarak
Şahini iki milde uçurarak

Eğilimi arı erdemdir
Avı anka emsalidir
Kartalı yüksek değerdir
O yüzden amacı yücelerdedir

Ankayı yakalayamaz hiç kimse
Bir tuzağa ancak düşse
Gafil uyku sonucu acı
Şahin avlamaya giden avcı

Avcılığım oldu abes
Her zaman bana daraldı kafes
Rahatlamadım hiç bir nefes
Haykırışım oldu sazdan bir ses

Sohbetin saz ve seması
Düğünün halay ve safası
Boy, biçimine bakarken
Hatırlatır çok şeyi haykırırken

Mecazi biçim, maddi çokça şeylerdir
Hakiki av, bir gülü çemendir
Bir öpücüktür kelepçenin kilidini açan
Denizdir bizi deniz yapan

Zincirler kilitli olmalı
Bir çoğu, önünde kanlanmalı
Şunkar kuşu mecnun olmamalı
Dilberin kirpikleri şahin gibi saldırmalı

Şunkardır göz, kilittir gönül misali
Saldırttılar çifte sürmeli hilali
Xani o iki gözü utandırandır
O yüzden mecazice haykırandır

Ehmedê Xanî

* * * * * *



Uyan Gönül

Uyan gönül şen edanla geziye çıkalım
Yeter güçsüzlük, tembellik gülistanı seyre çıkalım

Gülistan kızıl gül, çimenler mor sümbül
Nisan mevsimi ahengiyle şakıyor bin bülbül

Nişana giden yolda güzergahı dilberin
Yüreğin ışıklı meşalesinde can veren benzeri kelebeklerin

Gönül sade bir ahuya taptı güzel, tatlı ve bey kızı
Zincirlerimden boşalttı, gizli davetine, sanki saray hırsızı

Tenhadaki halvette, kızıl dudak şerbetli ten
Bilesin ey dost! işvesine fermanlı köleyim ben

Fermanına saygılı, ona karşıt olmasan
Sözlerinin onay vereni, olursun Şêxê Sen'an

Şeyh gibi emre köle, fermanına olsan nazır
Kafir dostun dileğiyle Kur'an suresi yakmaya hazır

Yakarım mektup sayfasını uygun aşkın yasasına
Gönül verdim gülizara din ve iman pahasına

Şayet dilber soyut olsa, giysileri yumuşaksa
Sofu razı olsa dahi ince derin mana olsa

Yarasalar dengi miskin sofu, dönmüş zır deliye
Güneş renksiz, onun için güvenmiyor o sevgiliye

Gönlü görmez kördür o, vuslata varmamış o
Adaletin kapı muhafizı, divanı dilbere kapamış o

Sarhoşluğun sebebi can, umumiarda sevdalıyım
Anka tuzağı isteklisi, benler üstü zülüflerde tutsaklıyım

Zülüf, benleri dökülürler çiçek, al gül ve menekşeler .
Abdal olan biz canları talan edip virane ederler

O talan yüzlerce baş, binlerce hazinedir kaybettiğin
Dilim dilim yüz parça yürekli Xanî, yeter figan ettiğin.

Ehmedê Xanî

https://www.facebook.com/Spartakurtt/